Kudüs’te bulunan Mescid-i Aksâ Müslümanların ilk kıblesi olması, Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in Mescid-i Aksâ’dan Mirâc’a çıkarılması sebebi ile büyük önem arz eder. Ayrıca Mescid-i Aksâ üç büyük dinin ortaklaşa mukaddes bildiği bir merkezdir. Mescid-i Aksa çevresindeki tevhid mücadelesi de oldukça yoğun ve çetindir.

Başlangıçta Beyt-i Makdis diye bilinen bu mâbedin ismi sonradan Mescid-i Aksâ oldu. Fazîleti bakımından üç büyük mescidden biridir. Bu üç mescidin birincisi Mescid-i Harâm (Kâbe), ikincisi Mescid-i Nebevî, üçüncüsü ise Mescid-i Aksâ’dır.

MESİCİD-İ AKSÂ’NIN TARİHİ (Beyt-i Makdis’in İnşâsı)

Dâvûd -aleyhisselâm-, Allâh -celle celâlühû-’nun emriyle Beyt-i Makdis’in inşaatını başlatmış fakat ömrü kifâyet etmemişti. Bunun üzerine Süleymân -aleyhisselâm- cinleri topladı. Onlarla beraber Beyt-i Makdis’in inşâsını devâm ettirdi. Etrâfına da on iki mahallesi olan bir şehir kurdurdu. (M.Ö. 967 veya 953)

Başlangıçta Beyt-i Makdis diye bilinen bu mâbedin ismi sonradan Mescid-i Aksâ oldu. Fazîleti bakımından üç büyük mescidden biridir. Bu üç mescidin birincisi Mescid-i Harâm (Kâbe), ikincisi Mescid-i Nebevî, üçüncüsü ise Mescid-i Aksâ’dır.

İçinde mukaddes emânetlerin ve Tevrât levhalarının bulunduğu Tâbût da bu mescidde bulunmaktaydı.

Beyt-i Makdis, Süleymân -aleyhisselâm-’ın vefâtından sonra muhtelif zamanlarda birkaç kez tahrip olmuştur. Nitekim, M.Ö. 586’lı yıllarda Buhtünnasr (Nabuketnazzar) Kudüs’e girdi ve şehri yaktı. Mescid-i Aksâ’nın mücevherlerini alıp Bâbil’e götürdü. Beyt-i Makdis, uzun yıllar harâbe hâlinde kaldı. Persler, Bâbillileri yenip yahudîlerin tekrar eski topraklarına dönmelerine ve mâbedi yeniden yapmalarına izin verince M.Ö. 515’te mâbed ikinci defa yapıldı. Ancak M.S. 70 senesinde Romalılar mâbedi yakıp yıktılar. Mâbedin yeri uzun süre boş kaldı. Ancak bu mübârek mekân yine de bir mâbed olarak biliniyor ve kalıntıları korunuyordu. Mîlâdî 637 yılında Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-’ın buraya bir mescid yaptırdığı rivâyet edilir. 691’de Emevî halifesi Abdülmelik, Peygamber Efendimiz’in Mîrâc’da ayağını bastığı yere “Kubbetü’s-sahrâ”yı, yanına da “Mescid-i Aksâ”yı yaptırmış, inşaat, oğlu I. Velid zamanında tamamlanmıştır. Mescid-i Aksâ, günümüze gelene kadar pekçok tamirât ve tâdilât geçirmiştir.

MESİCİD-İ AKSÂ’NIN ÖNEMİ

Mescid-i Aksâ’nın, dînimizde ulvî bir yeri ve yüksek bir fazîleti bulunmaktadır. Zîrâ o, İslâm’ın ilk kıblesidir. Müslümanlar, hicretin on altıncı ayına kadar Mescid-i Aksâ’ya dönerek namaz kılmışlardır. Diğer taraftan “İsrâ hâdisesi”nin bitiş noktası ve Mîrâc’ın başlangıç noktası da Mescid-i Aksâ olmuştur.

Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, bir hadîs-i şerîflerinde şöyle buyurmuşlardır:

“(Ziyâret maksadıyla) ancak üç mescide seyahat edilebilir: Mescid-i Harâm, benim şu mescidim ve Mescid-i Aksâ.”(Buhârî, Fedâilü’s-Salât, 6; Müslim, Hacc, 288/827)

Diğer bir hadîs-i şerîfte de şöyle buyrulmaktadır:

“Hazret-i Süleymân, Beytü’l-Makdis’i binâ ettiği zaman, Allâh’tan kendisine üç imtiyaz vermesini istedi:

–İlâhî hükme muvâfık düşecek hüküm (verme melekesi) taleb etti; bu O’na verildi.

–Kendisinden sonra kimseye verilmeyecek bir saltanat taleb etti; bu da O’na verildi.

–Mescidin inşaatını bitirdikten sonra, bu mescide sırf namaz kılmak için gelenlerin, oradan çıkarken, annelerinden doğdukları gündeki gibi bütün günahları affedilmiş olarak çıkmalarını istedi; bu duâsı da kabûl edildi.” (Nesâî, Mesâcid, 6; İbn-i Mâce, İkâmetü’s-Salât, 196/1408)

YERYÜZÜNDEKİ İKİNCİ MESCİD

Allâh Teâlâ şöyle buyurur:

“Şüphesiz, âlemlere bereket ve hidâyet kaynağı olarak insanlar için kurulan ilk ev (mâbed), Mekke’deki (Kâbe)dir.” (Âl-i İmrân, 96)

Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de Ebû Zer -radıyallâhu anh-’ın bir suâline cevap olarak yeryüzünde ilk inşâ edilen mescidin “Mescid-i Harâm”, ikinci inşâ edilenin ise “Mescid-i Aksâ” olduğunu beyan buyurmuştur. (Bkz. Buhârî, Enbiyâ, 10.)

KIBLENİN MESCİD-İ AKSÂ’DAN MESCİD’İ HARAM’A ÇEVRİLMESİ

Hicretten sonra müslümanlar Mescid-i Aksâ’ya doğru namaz kılıyor­lardı. Bu hâl, hicretin on altı veya on yedinci ayına kadar böyle devâm etti. Ancak yahûdîler, bu durumdan kendilerine bir pay çıkararak üstünlük iddiâ ediyor­lar, bu da Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in mübârek gönlünü mahzûn ediyordu. Zîrâ O’nun gönlündeki kıble, Kâbe idi. Bu gerçekleştiği takdirde, aynı zamanda Mekke’nin fethi için ilk adım atılmış ola­caktı. Bunun için ilâhî müsâadenin gelmesini hasretle bekliyorlardı. Henüz bu müsâade gelmediği için Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in arzusu da düşünceden ileri gitmiyor, sabredip bekliyordu.

Nihâyet Receb ayı ortalarında bir pazartesi günü Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Selimeoğulları’nın mescidinde öğle namazını kıldırırken Cenâb-ı Hak vahyini gönderdi:

(Ey Rasûlüm!) Biz Sen’in yüzünün (yücelerden haber bekleyerek) göğe doğru çevrilmekte olduğunu görüyoruz. İşte şimdi Sen’i, memnûn olacağın bir kıbleye döndürüyo­ruz. Artık yüzünü Mescid-i Harâm tarafına çevir! (Ey müslümanlar!)Siz de nerede olur­sanız olun, (namazda) yüzlerinizi o tarafa çevirin! Şüphe yok ki ehl-i kitâb, onun Rablerinden gelen bir hakîkat olduğunu çok iyi bilirler. Allâh onların yapmakta oldukla­rından habersiz değildir.” (el-Bakara, 144)

Bu esnâda ikinci rekâtın sonuna gelmiş olan Rasûl-i Ekrem Efendimiz, derhâl yönünü Kâbe’ye doğru çevirdi. Cemaat de saflarıyla berâber döndüler. Hep birlikte yeni kıbleye yöneldiler. Böylece namazın diğer iki rekâtı, Kâbe’ye doğru kılındı. Bu sebeple o mescide, iki kıbleli mescid mânâsına gelen “Mescidü’l-Kıbleteyn” denildi. ( İbn-i Sa’d, I, 241-242.)

İsrâ hâdisesiyle Mescid-i Harâm’dan Mescid-i Aksâ’ya götürülen Peygamber -aleyhissalâtü vesselâm-’a, buradan semâvâta urûc etme, yâni Mîrâc şerefi bahşolundu. Gerçekten, Mescid-i Aksâ’ya varan Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- buradan Hazret-i Cebrâîl’in rehberliğinde “Sidretü’l-Müntehâ”ya kadar çıktı.

Nitekim âyet-i kerimede buyrulur:

“Kulunu (Muhammed -aleyhissalâtü vesselâm-’ı) bir gece, Mescid-i Harâm’dan kendisine bâzı âyetlerimizi göstermek için, etrâfını mübârek kıldığımız Mescid-i Aksâ’ya götüren Allâh, her türlü noksan sıfatlardan münezzehtir. Şüphesiz O, her şeyi hakkıyla bilen, hak­kıyla görendir.”(el-İsrâ, 1)

Âyet-i kerîme, ifâde ettiği mühim ve şaşılacak işlerin ehemmiyetine dikkat çekmek üzere tenzîh ile başlamıştır. Müfessirlerin beyânına göre سُبْحَانَ, Cenâb-ı Hakk’ın, noksan sıfatlardan tam bir şekilde münezzeh olduğunu ifâde eder. Ayrıca Hakk’ın hârikulâde sanatı karşısında hayret ifâdesi olarak da kullanılmaktadır. Aynı zamanda mühim tesbîhâttandır.

Mescid-i Aksâ ve etrâfının mübârek olması ise şöyle îzâh edilmiştir:

  1. Dîn ve dünyâ bereketiyle bereketlendirilmiştir. Etrâfında yeşillikler ve ırmaklar vardır.
  2. Pek çok peygamber orada yaşamış ve bu sebeple de vahyin iniş mekânı olmuş­tur.
  3. İsrâ hâdisesi sebebiyle de ayrıca bereketli kılınmıştır.

Bu yolculukta Cenâb-ı Hak, kulu ve Rasûlü Muhammed Mustafâ -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e acâyip ve hârikulâde hâdiseler göstermiştir.

Ayrıca bu yolculukta Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, o gece Mescid-i Aksâ’da bütün peygam­berlere imâm olup namaz kıldırdırmıştır. (İbn-i Sa’d, I, 214.)

Kaynak İslam ve insan